Bazen ışıklar saçan,
Bazen ışıkların önünde bir perdeye dönüşen,
Bazen kırmızı,
Bazen turuncu,
Bazen gri,
Bazen siyaha dönen bulutlar.
Hayatın sürdürülebilirliği için olmazsa olmaz fiziksel unsur.
Bulutlar… Hayal gücümüzü geliştiren, gökyüzünü okunabilir bir metne dönüştüren bulutlar.
Bir başka deyişle ruhumuzun aynası olduğunu düşündüğümüz, “şeker helvası” kıvamındaki gökyüzü arkadaşımız.
Yalnızlıklarımızı, sevinçlerimizi, hüzünlerimizi, aşklarımızı paylaştığımız gökyüzü sırdaşımız.
Gördüğümüz, içinden geçtiğimiz, üzerine çıktığımız bulutların dışında, bir de görünmeyen, göremediğimiz “kara bulutlar”…
İnsanın inşa ettiği “kurşun gibi ağır” kara bulutlar.
Bugün ışıklarla, güzel bulutlarla anılan ülkemizin üzerine çöktüler.
Umutsuzluk pompalıyorlar, ölüm pompalıyorlar, yılgınlık pompalıyorlar…
Tuzaklarıyla, pusularıyla, bombalarıyla “ışıklı gözleri” yok ediyorlar.
İnsanların en keyifli anlarında, bir zehir gibi çöküyorlar, sokaklara, tarlalara, şehirlere, yollara…
Bu kara bulutları dağıtmak için rüzgarlara ihtiyacımız var.
Umutları, heyecanları yeşerten kuvvetli rüzgarlara…
Bu rüzgarın enerjisi; Mark Twain’in sözünde gizli galiba;
“Cesaret korkunun yokluğu değil, korkuya direnmek, korkuya hükmetmektir.”
Evet… Cesur olmak ve korkuya, korkulara hükmetmemiz, kara bulutları dağıtmamız gerekiyor.
Bunun en önemli karşılığı da, hayatı bir retoriğe çevirmek değil, işimize daha çok sarılarak, işimizi iyi yapmaktan geçiyor.
Bulutlar… Bulutlar… Bulutlar…
Arkasında güneşin olduğunu hiçbir zaman unutmamalı…
Bir önceki yazı Kırmızı; Bizim Rengimiz…
Comment
Nefis bir yazı.Bir Aydınlatmacı yazısı.
Öyle az’sınızki…