Çoğu insan, duymak istediklerini duymaktan mutlu olur.
Farklı düşünceler karşısında ise dudak bükerler.
Bu yüzdendir ki yanlarında, doğruyu söyleyenleri değil, dalkavukları isterler.
Karşılıklı birbirlerinin ağırlandığı bu ortamın temel özelliği; dış dünyaya karşı bir tür “körlük” oluşturmasıdır…
İçinde yaşadığımız dünyanın gerçeği yerine, kendi kurdukları dünyalarının gerçeğinde yaşamak, dış dünyaya karşı körlüğün temel sebebidir.
2005 yılında tüm üretim ve yönetim sistemimiz için bir yazılım almak amacıyla, bir yıldan uzun süre araştırma yapmıştık.
Bu deneyimi anlatmak için katıldığım toplantı da, bir fabrika sahibi;
“Ne gerek var yeni yazılımlara. Ben istediğim raporu alabiliyorum.” demişti.
Evet… İnsanlar istediği raporları alır.
Ama bu raporlar var olan gerçeğin karşılığı mıdır? Bu karşılığın raporlarını alabilmek için, en azından doğru raporun ne olduğunu ve onu istemeyi bilmek gerekir.
Günümüzün rekabetçi ortamında kurumlar, 5- 10 yıllık bilgilerine anında ulaşabilmelidirler. Bunun yolu da, uluslararası kabul görmüş yazılımlar kullanmaktır. Bu hem kurumun sağlıklı çalışması, hem de saygınlığı açısından önemlidir.
Gönüllerden geçen sonuçları rapor adı altında almak “anlık mutluluk” oluşturabilir.
Ancak sonrası…!
Can alıcı ve bir anlamda ölümcül bir durumdur bu.
Çoğu insan, gerçeğe dair verileri, işine geldiği gibi duyar, anlar ve yorumlar…
Bu insanların gelişmesi, ileri gitmesi, “yeni” ile ilişki kurması söz konusu değildir.
Üretim alanlarının “gerçek” anlamda gelişmesi isteniyorsa, duymak istemediklerimizi duyduğumuz bir konser alanına dönüştürmemiz gerekir.
Duymak istemediğimiz sesler kulağı rahatsız eder ama “uyku hali”ni yok eder.
Uyku iyidir ancak “uyku hali” çok tehlikelidir…
Bir önceki yazı “Göz”
9 Comments
Mehmet Bey, kaleminize sağlık. “Uyku hali” aslında bir çok kobinin ruh hali. Malesef uyanıldığında çok ağır bedeller ödenmek durumunda kalıyor. Yazınızla gerçekçiliğe ışık tutmuşsunuz.
Osmanlı tarihinde, Padişah dalkavukları pek meşhurmuş,,
Lale devrine kadar dalkavukların dedikleri sadece dinlenmiş,lale devrinden sonra uygulanır olmuş,lale devri Osmanlının ”uyku hali”
dönemidir.Her şirketin kendi tarihini yazdığını unutmamak gerekir.
Mehmet bey,
Aslında temel olarak sizinde vurguladığınız gibi, hayatı duymak istediklerimizle mi yoksa gerçeklerle mi yaşamak istediğimizin kararını vermek lazım en başında. Sadece bir işletme değil, sosyal yaşantımızda dahi bu durum mevcuttur. Koşturmacalı ve durakları kaldırılmış günümüz hayatında, ayna karşısında kendi yansımasını dahi doğru algılayamayan, ya da göz ucuyla bakan insanlar olma yolundayız ne yazık ki.
hoşumuza gidenleri mi yoksa gerçekleri mi duymak istiyoruz… karar vermemiz gereken nokta burası belki de. ‘uyku hali’nde olduğumuzun farkına vardığımızda çözüm yolları da açılacaktır diye düşünüyorum.
Çook güzel. Yazı bir yana bulunan metafor ‘hal’ de bir hayli yaratıcı…
Bir de geç uyanma hali var ki, telaşla hatırı sayılır hatalar yaptırabiliyor.
Eline sağlık Mehmet bey,
çok önemli hayat meyat meselesi,başarıya giden yolu gösteren bir yazı, tabi uyku halinden uyanıp mıy mıy uyutan dalkavuklardan kurtulup gerçekleri söyleyen hokkabazları tercih etmemiz gerekiyor.
Gerçeğe saygı, Haşlanmış kurbağanın yolculuğu ve mış gibi durumlar gibi üçi önemli konuyu güncel koşturmacalarımızdan örneklerle ne güzel bir demet oluşturmuş… Kaleminize sağlık…
Mehmet Bey,
Uyku halinde “makyajlanmış raporlara” bakan yöneticilere ne güzel ışık tutmuşsunuz.
2005’te ERPakademi’nin ilk manifestosunu yayınladığı zamanı hatırladım. http://web.archive.org/web/20060515183544/http://erpakademi.com/v1/index.php?option=com_content&task=view&id=40&Itemid=78
“2001 yılının başlarında yaşadığımız krizin etkilerini giderirken, birçok büyük firmamız orta/büyük segmentine düşerken, birçok küçük ve orta boy şirketimiz de orta/büyük segmentine yükseldi.
Bu geçiş döneminde firmalar bilgi yönetiminin öneminin farkına vararak, bilgi yönetim alt yapıları oluşturmaya ve *ERP sistemlerini kurmaya başladılar.”
Şirketini “düşünen bir yönetici” olarak 2005’te bu riskleri görüp ERP yatırımı yapmanız AGT için sevindirici.
Yönetimi de bir süreç olarak algılayıp, “standart/janjanlı” bakış açısı geliştiren şaşkın yöneticilerin, “veri ambarına dayalı güvenilir raporlama ve analiz” tanımından uzaklaştığı bilmek ne üzücü… Ticaretimizin bu kadar hızlı ve değişken olduğu dönemde, ölçek fark etmeksizin tüm işletmeler veri ambarlarını oluşturmalıdırlar.
Eminim, bu makaleyi okuyan birçok yönetici iç dünyasında her hafta incelediği rapora “acaba” diye bakıyor olacaktır. Fikrinize sağlık.
Mehmet Bey,
Yazınızı okuyunca Nobel Ödüllü Jose Saramago’nun Körlük adlı romanını hatırladım.
Kitapta sizin de yazınızda metafor olarak kullandığınız uyku hali körlükle bağdaştırılarak işleniyor.
Bu hal bir salgın hastalık gibi toplumun geneline yayılarak öldürücü olmasa da tüm ahlaki değerleri yok ediyor.
tıpkı yanlarında bulunan dalkavuk tebaası nedeniyle doğruları duymaya tahammülü olmayan ve bu tahammülsüzlük sonucu dış dünyaya körlük yaşayanlar gibi
Günümüz dünyasında kobileri uyandıracak, söz konusu halden uzaklaştıracak ve kendini sorgulamasına neden olacak bu tür etkili yazıların ayna olacağı umudunu taşıyorum.
Sizin yazınızda, Saramago’nun kitabında vurguladığı gibi “Sadece güçlü olanların ayakta kalacağı” bu ortamda dalkavukların yerine bizi sarsan kişilerle diyalogu tercih etmeliyiz.
ve bu sarsılmaya izin vermeyi…
sizin yazınızla yaptığınız gibi.
uyanış başlıyor.