İş yaşamı içinde sıklıkla kullanılan “öz güven”, “kendine güven” kavramları üzerinde düşündüğümüzde, gerçekten de bu tanımlamaların insanı yeteri kadar “başarı”lı kılabildiği söylenebilir mi?
Hele ki son yıllarda bir “big bang”e dönüşmüş olan egosantrik öz güvenli insan modeli, “hayatı doğru algılama ve okuyabilme” potansiyeline sahip mi?
Buna evet diye yanıt vermek zor, hatta imkansız.
Sanki o büyük mitolojik öykünün kahramanı Narkissos’un “bugünkü versiyonları” ile karşı karşıyayız.
Sadece “ben” üzerinden bir “kendine güven” geliştiren ve maddi dünyanın sınırları içine sıkışmış, ekseninde egosal gurur olan insanların, sağlıklı kararlar verebilmesi pek olası görünmüyor.
Hayat ile doğru bir bağ kurmadan oluşturulmuş öz güvenler, tıpkı Hollywood’daki film çekilen platolarda, sadece ön cephenin olduğu güzel [!] sahneler gibiler…
Ölçülü bir öz güven, ölçülü bir “kendine güven” gereklidir ancak yeterli değildir.
“Rutin”e bağlanmış günlük akışın içinde, insan kendine güveni ile bir şeylerin ihtiyacının farkında olmaz.
Hele yüksek egolar “içinde bir ses”e hiç ihtiyaç duymaz.
Ancak ne zaman ki sofistike konular, problemler karşısındaki açmazlar, çözümsüzlükler ortaya çıktığında, “ben” örselenmeye başladığında, insan bir “iç ses”in güvenini ister.
Bu ses öz güvenin sesi değil, öz[e] güvenin sesidir….
Kurgulanmış olan, sonradan eklemlenmiş ön yargılarla “güvensizliklerden üretilen” güven karşısında;
Ön yargısız güvenlerden oluşan bir “güven”in içimizde olduğunu bilmek, hayata daha iyi bir zihinle bakmayı ve yorumlamayı olanaklı kılıyor.
İnsanla birlikte var olan ve büyük resmin farkındalığı arttıkça, her seferinde daha da güçlenen öz[e] güven; negatif olanın karşısında ayakta kalmayı sağlayan en büyük güçtür…
Bir önceki yazı Berrak Bir Zihin…
Leave A Reply