Bazen gökyüzü, siyah bir bulut olarak yeryüzüne çöker ya,
Nefes alınamaz bir atmosfer sarar ya ortalığı,
Bugünlerde böyle bir zamanı yaşıyoruz.
Soma’da yiten canlar yüreğimizde onarılmaz yaralar açtı.
Rakamların, sözcüklerin, temsil kabiliyetini kaybettiği “ağır zaman” lar bu günler…
Üzüntülerimizi yaşarken, diğer taraftan da herkes kendi payına dersler çıkarmalı.
Çıkarmalı ki; çocuklarımıza kara bulutlarla kaplı “bir gelecek” bırakmayalım.
Çıkarılacak dersler, hayatta karşılık buluyorsa, içselleştirilebiliyorsa anlamlıdır.
İçselleştirilemeyen “tedbir” önerileri ise, sadece “emir kipi” ile yazılmış iş güvenliği tabelalarına yeni tabelalar eklemekten öteye geçemeyecektir.
Çocukluktan itibaren “korkutularak” eğitilmeye çalışılan bir toplum, “iş güvenliği” konusunda da “korku” dilini kullanıyor.
Oysa iş güvenliği diye kategorize edilen ve hayattan bir anlamda koparılan alan, “hayat güvenliği” diye tüm yaşamı kaplayacak hale getirilmediği sürece bir anlam taşımaz.
İlginç bir yaşanmış örneği paylaşmak istiyorum;
Türkiye’deki Alman şirketinde yönetici olarak çalışan bir kişi, anahtarlarını kaybettiği için evine balkondan girmek isterken düşer ve yaralanır. Şirketin Almanya’daki merkezi, buradaki yönetimi suçlu bulur.
“Çalışanını iş güvenliği konusunda yeterince eğitmediği” için.
Zira iyi eğitilmiş bir çalışan, evine pencereden girilmeyeceğini bilir…
Evet… İş güvenliği sadece üretim alanlarının sınırları ve zamanıyla sınırlı değildir.
Bize bahşedilen “hayat”ın değerli olduğu, ilk eğitime başlandığı günden itibaren eğitimin ana eksenlerinden biri olmak zorunda…
“Hayat güvenliği” her insan için “yaşam biçimi”nin bir parçası haline geldiğinde, işte o zaman;
Hızlı giden otobüs şoförünü uyarmayı,
Kaldırımda motor kullanan kuryeyi durdurup ikaz etmeyi,
Ters rüzgarlar eserken denize girmemeyi,
Emniyet kemerini polis gördüğünde aceleyle takmamayı,
Sigortayı indirmeden prizi değiştirmeye kalkışmamayı…. vs. vs… öğrenmiş oluruz.
Bunları içselleştiren her “birey” ister patron olsun, ister çalışan, “İş güvenliği” başlığının işin kendisi olduğunu benimsemiş olur…
İş güvenliğine verilen değer, “hayata ve hayatımıza verdiğimiz değer”dir…
Bir önceki yazı Güzelden Haz Alabilmek…
2 Comments
Her ne kadar İş kazaları, İş kazası = Tehlikeli Durum + Tehlikeli Davranış olarak mekanik bir biçimde formüle edilse de, iş kazaları temelinde kültürel bir değişim sorunudur, ve maalesef bu kültürel değişim tam yapılamadığında İş kazasının bedelini; işçi hayatı, işveren ise sermayesi ve vicdanı ile öder. 1600’lü yıllarda yaşayan Karacaoğlan’dan, çalışma yaşamına ilişkin bir iş güvenliği söylemi;
“KARACAOĞLAN DER Kİ SÖZÜN BİLMİŞİ, TEDBİRLE GÖRÜLÜR DÜNYANIN İŞİ”
İçselleştirilemeyen “tedbir” önerileri ise, sadece “emir kipi” ile yazılmış iş güvenliği tabelalarına yeni tabelalar eklemekten öteye geçemeyecektir. Yazınızdaki en sevdiğim cümle.