İnsan; mekanik bir aygıt değil, hisler ve duyulardan oluşan “duygusal bir varlık”tır.
Bunu belki en güzel bize anlatan ise; Gustav Flaubert’tir. Doktorlara atfen söylemiş olduğu; “İnsan ruhunu bir bistüri ile bulamazsınız” lafı, belki de insanın olduğu her yere yazılması gereken basit ama derin bir sözdür.
İnsanlık, tarihinin son iki yüz yılında açığa çıkmamış derinliklerde, “duygudan arınmış bir beden” peşinde koştu.
Henry Ford; “Bana iki el lazımken, arkasından bir insan geliyor.” derken, o yılların insana dair bakışını ortaya koymuştu.
Bu mantık, insanlığı, “üreten ama mutsuz” bir varlığa dönüştürür.
Şunu anlamak gerekiyor; İnsan zaten şahane bir mühendislik ürünü. Bunu değişime uğratarak “yeni bir model” oluşturma isteği beyhude bir çaba.
Bu çabaların çoğu da açıkçası “iş hayatı”nda, “bilimsellik” sözcüğü arkasında hayat buldurulmaya çalışılmıştır.
Oysa sorun bilimsel değil varoluşsaldır.
Hafta sonu AGT için hazırladığı bir programda, değerli insan Doğan Cüceloğlu’nu, çalışma arkadaşlarımla birlikte iki gün süresince dinledik. Her zaman ki gibi “zihin açıcıydı”…
Onun da üzerinde çoklukla durduğu konu, tam da bu noktadaydı.
Doğan Hocam meseleyi; “Varoluşun 6 Boyutu” diyerek, bugünün insanının nelere ihtiyaç duyduğunu çok net biçimde ortaya koyuyor.
Bu ihtiyaçlar;
*Hem birey hem de aidiyet duygusunu,
*Önemsendiğini,
*Olduğu gibi kabul edildiğini,
*Değerli olduğunu,
*Güvenilir olduğunu,
*Sevildiğini hissetmek…
Aslında ne kadar bilindik ve ne kadar insani…
Evet… Sadece insani değerlere sadık olmak…
Bir tek koşul ile; karşılıklı insani değerler.
İyi yönetim sistemlerinin “alameti farikası”; “Duygusal Varlık” olsa gerek.
Bir önceki yazı Sürdürülebilir dostluk…
Leave A Reply