Mavi…
Onunla hep karşılaşırız.
Bizi saran bir aura olarak hep hatırlatır kendini.
Bu hatırlatmayı suyun kendini hissettirdiği gibi zarifçe yapar.
Ya da maviye “aşkla bağlılık”, onu kanıksanır olanın dışında tutar.
Ona tutkuyla bağlanmamızın nedeni nedir acaba?
Mavi, hayata dair ne varsa içinde barındırdığı için mi?
Evet… Mavi içine ne karışırsa, onu dönüştüren bir özellik taşır.
Diğer renkler gibi değildir mavi. Diğer renkler sanki içine sadece başka bir renk katıldığında renk değiştiriyormuş izlenimi verir.
Mavi öyle mi?
Fırtınalar çıkar, mavi kurşuni gri olur,
Deniz kabarır, mavi yeşil olur,
Tozlar kalkar, mavi sarı lila olur,
Yağmur yağar, mavi mor olur….
Mavi ile her karşılaşmada, içine katılan her şeyin rengine dönüştürür.
Ve mavi yok etmez; vericidir….
Evet, mavi vericidir; üstelik aşkla verir.
Her şeyin sadece “alıp gitmeye” koşullandırıldığı şimdiki zamanlarda mavi, başka zamanların soylusu gibidir.
Masalların, resimlerin içindeki gerçeklik gibi.
Zamansız, yersiz, yurtsuz…
Ona karşı olan büyük tutkunun nedeni bu olsa gerek.
İnsan ruhunun kırılmalar yaşadığı, içinde fırtınalar koptuğunda, farkında olup ya da olmadan sığınmak istediği bir “”liman olmayan liman”dır o.
Ve en önemlisi mavi; “kendini keşfettiğin bir ayna”dır.
O aynaya her an bakmalı, sarılmalı, koklamalı, mavi tozların üzerimize bulaşmasına izin vermeli…
Ve her gün bir tutam mavi eklemeli kendine…
Bir önceki yazı Kadın-Erkek “Bir” Olmak…
Leave A Reply