İnsan, kendinin farkına vardığı andan itibaren “aşk” sözcüğünü kullanmaya başlar.
Karşı cinse aşk,
İş aşkı,
Doğaya aşk,
Sanata aşk,
Spora aşk,
Nesnelere aşk,
Aşk… aşk… aşk…
Dil bu konuda genellikle bonkördür. Akıp gider “aşk” sözcüğü.
Bir müddet sonra da “aşınır”, “yok olur”…
Tıpkı “yaz aşk”ları gibi.
Oysa aşk, varoluştur…
Aşkla yapılmayan bir iş, iş midir?
Hamurunda aşk olmayan bir birliktelik, birliktelik midir?
Aşkla yapılmamış bir sanat yapıtı, sanat mıdır?…
Hiçbiri değildir.
Neden böyledir acaba?
Aşktan söz eden kişi, aşka konu ettiğini mükemmelleştirir, yüceltir, hatta bir tür “ulaşılamaz”, “dokunulamaz” kılar…
Sonrasında ise; “ulaşılamaz” kıldığına “ulaşamaz”…
Aşk acısı denilen şey buradadır…
Çözüm;
Mükemmelleştirdiğini oradan indirmek değil, aşktan söz eden kişinin kendini “mükemmelleştirmesi”dir.
Her aşk; insanın kendisini aşabilmesinin anahtarıdır, melankolinin dehlizlerinde “mağdur” olmanın değil…
Aşk, insanı karşısındakinde yok etmek değil, kendinde var edebilmektir.
Onun içindir ki “insan” karşı cinsten başlayıp, dünyanın tüm olgularına, somut ya da düşsel olan her şeye aşık olmadan, “kendine aşık” olmalı, kendine “aşk”la bakabilmelidir.
Bakabilmeli ki; ürettiği, koruduğu, baktığı ne olursa olsun, onunla bütünleşebilsin.
Bilim, sanat, felsefe tarihi, konusuna “aşk”la bağlı olanların tarihidir ve onların bu bağlılıkları olmasa idi, bugün insanlık bu kadar gelişir miydi?
Ve yine o insanların ortak özelliği –istisnalar mutlaka vardır-; önce kendilerine aşkla bakmışlardı…
Ancak kendine “aşk”la bakabilen insan, kendi dışındakiler ile gerçek anlamda bir “aşk” yaşayabilir.
Bunun içindir ki insan; aşk’la “yüz”leşmelidir…
Bir önceki yazı Güz Yağmurları…
5 Comments
Belki bu yüzden aşk sonrası melankolikliği de ikiye ayırmak lazım; Birincisi makalede sözü geçen erdemliliği başaranların kendi kartal pençelerini (tazelemek üzere) kırarken dışarıdan görünen melankolik durum, ikincisi ise hüznün dehlizlerinde gerçekten de görüntüsünün kasvetini taşıyan o yararsız melankolik durum.
Sonuçta aşk hep dibe vurdurur. Meseleyi belirleyen topukların gücüne inanmaktır sanırım. Heyhat -kendimizi sevmeyi- sevmeyen bir toplumuz, belki o yüzden bugünlerde de, en çok kendimiz terkediyor bizi. Ayrılığa fazla dayanamamanın ümidiyle. Kısa ve etkili bir çığlık gibi olmuş kaleminiz.
Yine çok güzel ve yerinde kelimeler. Net bir anlatım. Sizi okumak büyük keyif. Teşekkürler…
Sizi bir aile işletmesi sahibi sanayici olarak tanıdım. Ancak yazarlığınız ve kendinizi ifade gücünüzü en az yöneticiliğiniz kadar etkili buluyorum. Elinize saglık, bu konu ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi, teşekkürlerimle!
Aşk yaşanması anlaşılması gereken yeğane gizemdir.Aşk doğuştan gelir.
Yine altları dolu dolu anlamlı cümleler aşk güzel anlatılmış yalın ve doğru ifadelerle bukadar anlatilirdi kaleminize sağlık