Bugünler için; “ben bunu daha önce yaşamıştım” duygusunun fazlasıyla hissedildiği zamanlar demek çok yanlış değil. Özellikle üretim yapan, ticaret ile uğraşan insanlar, bu hissi daha fazla yaşıyorlar.
Ancak şu bir gerçek ki; bugünün ekonomik/siyasal sistemi; iniş ve çıkışlardan oluşan döngüsel özelliklere sahip. Bu, sistemin içinde yer alan her kişi ve kurum için bilinmeyen, şaşkınlıklara uğranılması gereken bir durum değil. Bir başka deyişle engebeli bir zeminde yol almak gibidir burada olmak.
Her iniş, arkasında bir çıkışı içinde barındırdığı gibi, her çıkışta içinde inişleri barındırmakta. Bu iniş çıkışlar bazen hafif hissedilirken, bazen de çok şiddetli etkiler bırakabiliyor.
İnişlerin şiddetli olduğu zamanları yaşıyoruz. Dünyanın karmaşık bir dönemi bugünler. Özellikle de içinde bulunduğumuz coğrafya. Belirsizlik kol geziyor…
Şu da bir gerçek ki, belirsizlik; insanların ya da kurumların “yer altına” çekilmesinden beslenir ve büyür.
Bunu tersyüz edecek şey; herkesin kendi işine dört elle sarılması ve panik arttıran sözlere kulaklarını tıkamasıdır.
Bunları yazmamın nedeni; ikinci MDF tesisimizin montajının başlıyor olması. Birçok insanın, “bu zamanda böyle bir yatırım yapılır mı?” dediğini biliyorum. Anlık bakıldığında bu eleştiri doğru gibi görünebilir. Geniş zaman perspektifinden bakıldığında ise; en doğru zaman… Bu, günlerce tartışılabilir.
Ancak bu tartışmalar bir yana, şunu hiç akıldan çıkarmamak gerekiyor; bizim ülkemizin gelişmiş ülkeler sınıfında yer alabilmesi ve yine ülkemizin yaşam kalitesini arttırabilmemiz için, herkes elinden gelenin fazlasını yapmalı.
İşimizi doğru yapacağız ve daha da önemlisi daha fazla dünyaya açılacağız. Gri bulutları dağıtabilmenin yolu; dünya ile rekabet edebilecek kalitede mal üretmek ve bu ürettiklerimizi ihraç edebilmektir. Başka bir çözüm yok. Bize bu yatırımı yaptıran; bir tarafıyla: üretimimizin yarıya yakınını ihraç edebilmemiz diğer tarafıyla ise; üretim dünyasının engebeli yollarında “yürüyüş” yapma isteği ve irademizdir…
Küçük bir not: Marco Polo bundan yüzlerce yıl önce, Venedikli tüccarlardan topladığı malları satmak için doğuya doğru yürümüştü. Onun bu yaptığı, ekonomi literatürüne “risk sermayesi”nin ilk örneği olarak girmişti. Marco Polo, batı dünyasının gelişmesinin belki de en önemli ayaklarından biri olmuştu… Bugünleri geçirirken Marco Polo’nun hayatını okumak faydalı olabilir.
Bir önceki yazı YAŞAMI PAYLAŞMAK…
Comment
‘Duygusal Sermaye’ ve ‘Birlikte Başarmak’ kitaplarınız; bir işinsanının işle ilgili felsefik bakış açısına dair başucu kitaplarımdır. En zor iştir bu coğrafyada ‘işin felsefesini yapabilmek’, başarıyı ölesiye isteyen ama bedelinden ölesiye korkan insanlar topluluğudur coğrafyamız. Ve ölesiye korktuğuna bazen nefret bazen de kin ama daima güce tapan yıkıcı bir enerjiyle yaklaşan insanların içinden en doğruları seçebilmek kadar onları sadece paranın güdüleyemeyeceğini bilebilmek en büyük marifet…
Bu yaz 40 gün Amerika’da Texas’da yaşadım, neredeyse uyumadan bilgiye ve deneyime aç halde bin kilometreden fazla yol yaptım, köyleri, kasabaları, şehirleri gezdim, her deri renginden her etnikten insanla konuşmaya çabaladım, orada iş yapan ‘bizimkilerle’, mali müşavirlerla, avukatlarla görüştüm, sayfalar dolusu yeni bilgi ve kaynakla döndüm çalışmak üzere. Kültür ve uygarlık kavramlarının farkını gördüm, güçlü paranın yarattığı ekonominin sokağa yansımasını gördüm, ‘acımasız tazminat hukukunun yarattığı sosyal barışı’ gördüm, 2 kez ziyaret ettiğim Houston Space Center’a her Türk çocuğunu taşımayı düşündüm sonra ve dönüşte toplumumuzun neleri kaybettiğini hızlıca bir kez daha idrak ettim – içindeyken ve uzun sürede kurbağanın ısındığı su misali, tam olarak anlaşılamıyordu belki…
Gençlere – bayrağımızı bir sonraki nesle ve 22.Yüzyıla taşıyacaklara – ilham vermenin en güçlü yolu, her ne yapıyorsak ve her neye maruz kalıyorsak, felsefesini yapabilmek-yaptırabilmek. Oysa bu coğrafyada en kolay şeydir düşünmekten kaçmak – aklını siyasetçilere teslim etmenin rahatlığı ile… Anlatmaya çalışıyorum her gence, davranış ve düşünce kodlarınızda Sümerler, Hititler de var, sadece Osmanlı veya Cumhuriyet değil ve bu nedenle hayatınıza uzun zamanın gözüyle de bakabilmelisiniz… Tanrının içine üflediği kendi nefesinden kaynağını alan ‘yaratıcılık’ işte o binlerce yılın birikiminden süzüldü kültür diye. Soruyorsunuz ya ‘tesislerin de ruhu var mıdır?’, ‘bunu neden böyle yapıyoruz?’ sorularını, işte o merak bizi insan yapan şey: ‘Curiositas humanum est’ Oysa bu coğrafyada meraklı olmak da risklidir…
Sizden/aklınızdan-felsefenizden çok şey öğreniyorum. Keşke siyaset olmasa, sadece çalışkanlık olsa ve siz bu çalışkan ve coşkun zihinli insanların ‘başfelsefecisi’ olsanız, ne güzel büyürdük hep beraber kardeşçe…
Siz bunları paylaşabildiniz diye memleketin içinde bir yerlerde kendini daha iyi hisseden bir vatandaştan, kucak dolusu selamlarla…