İlginçtir ki çoğu kişi, yavaşlığı yaş ile ilişkilendirir. Doğallık penceresinden bakıldığında, zamanın yavaşlatıcı bir özelliği olduğu doğrudur.
Tekamül kişinin özüne yaklaşmasıdır. Dolayısıyla yavaşlamak; -doğal bağlamından çıkarıldığı andan itibaren- insan için gelişmenin ve daha da önemlisi “olgunlaşma”nın kapılarını açar.
Eskilerin “tekamül etmek” diye ifade ettiği “olgunlaşmak”, bir paradoks gibi görünse de yaşlanmanın değil, yavaşlamanın içinden doğar.
Evet… İnsan yaşı ilerlediğinde değil, yavaşladığında olgunlaşmaya başlar.
Ve yine insanın hızlı hareket edebilmesi için bu anlamda bir yavaşlamaya ihtiyacı vardır.
Uzak Doğu öğretilerinin temel felsefelerinden biri; “bir hareketi ne kadar yavaş yapabilirsen, o kadar hızlı yapabilirsin”dir….
Günümüz dünyası için rehber olabilecek düşüncelerden biri bu…
Bugünün dünyası yeteri kadar hızlı değil mi? gibi bir soru, hemen gök boşluğunda beliriyor. Evet, dünya çok hızlı ama içinde yaşayan insanlar değil.
İşin gerçeği şu ki; hızlandırılmış bir dünya içinde yaşıyoruz.
Her şey çok hızlı… Neredeyse üretilen tüm nesneler hızları üzerinden pazarlanıyor… Hız… Hız… Hız…
Bu hız, insanın yavaşlayarak olgunlaşması ve daha da önemlisi “kendi gaz pedalını kendinin kullanması” için, bir başka deyişle hızlanmasının önündeki en büyük engel.
Zira çoğu insan; “yavaşlarsam dışarıda kalırım” gibi bir “paranoya” içinde.
Bu nedenledir ki bugünün insanı olgunlaşamadan bu dünyadan göçüyor.
Zamanın hızına ayak uydurmaya çalışmak değil, zamanın hızının farkında olarak “hızlanmak”, bugünün dünyasında var olabilmenin ön koşulu…
Olimpik sporların estetiği en yüksek dalı yüksek atlamadır. Yüksek atlamanın kritik eşiği, sporcunun zıpladığı son adım değil, koşmaya başlamadan önceki, bedenini ve zihnini yavaşlattığı ve izleyicilerin rüzgarını arkasına aldığı andır.
O yavaşlama anları, içinde biraz sonra ortaya çıkacak olan büyük patlamaya benzer hızı saklar…
Geleceğe sıçramak için;
Yavaşlamak…
Olgunlaşmak…
Hızlanmak…
Bir önceki yazı Bal Gibi…
Comment
Yazınız bana şu öyküyü hatırlattı;
“Bir grup araştırmacı, bir kızılderilinin rehberliğinde araştırma gezisine çıkarlar. Grup zamanı daha dolu yaşamak için o kadar hızlı gider ki, kızılderili rehber bir süre sonra durur. Araştırmacılar şaşırır ve ona neden durduğunu sorarlar.
Rehber der ki; Durmalıyız, çünkü ruhumuz çok geride kaldı.”
Ruh-Beden-Zihin üçlüsü bir bütündür. Bu üçlüyü birbiriyle dengede tutup besleyemediğimizde; hayatımızın her alanındaki olgunlaşmamız eksik kalır.
“Sürekli ve yavaş giden yarışı kazanır.” Ezop
Kaleminize sağlık, keyifli bir yazıydı.
Sevgiler.