İnsanoğlu bir gün, dünya dışı bir gezegende -en yakın ihtimal Mars deniyor- koloni kurup ilk sabaha uyandığında, eksikliğini duyacağı ilk şey, şüphesiz ki; kediler köpekler, kuşlar ve tüm insan dışı canlılar olacaktır.
Gözlerimizi kapatıp şunu düşünsek… Dünya da insandan başka bir canlı yok… Ne kuşlar, ne kediler, ne köpekler, ne arılar, ne sinekler, ne böcekler, ne aslanlar, kaplanlar, çitalar, timsahlar, akrepler, yılanlar, vb. gibi, tüm insan dışı canlıların olmadığı bir hayat…
Hayat zaten olmazdı da, olsaydı da çekilmez olurdu….
İnsan, Lascaux mağarası duvarlarına 17.000 yıl öncesinde çeşitli hayvan resimleri çizmişti. İster büyü amaçlı ister bir öğreti göstergesi olarak çizilmiş olsun, bu resimler insanın doğa ile bağını göstermesi bakımından ilginçtir.
İnsan, birçok canlıyı kendi yaşamının bir parçası haline getirmiştir. Köpek ve at, bu konuda başı çeker… Çoğu terminolojide “evcilleştirmek” terimi kullanılır. Bu ne kadar doğrudur emin olamıyor insan. Evet… insan birçok canlıyı ehlileştirmiş ve kendi yaşamının bir parçası yapmıştır. Ancak bu ehlileştirme, aynı zamanda, hayatı paylaştığı bir “arkadaş olma” düzlemine de taşınmıştır.
Bugün insanlar, en yakınlarını sayarken, kedilerini, köpeklerini, kuşlarını ve daha birçok canlıyı saymaktadırlar.
Resimden, heykele, sinemadan fotoğrafa, şiirden romana kadar sanatın tüm disiplinlerinin en önemli öznelerinden biri kuşkusuz ki hayvanlardır…
Cengiz Aytmatov’un “Elveda Gülsarı”sını ağlamadan okuyan var mıdır acaba?
Aytmatov, o güzel at Gülsarı ve yetiştiricisi Tanabay’ın arasındaki o anıtsal hikayeyle, insan ile atın arasındaki derin duygudaşlığı anlatırken, insanın ruhunun derinliklerine dokunur.
Ya da Behçet Necatigil’in; “Belki hepsi sizin gibi/ Yalnız kediler.” dizesinde olduğu gibi, biz miyiz acaba o kediler?..
Ya da Alman Ressam Franz Marc’ın o inanılmaz hayvan resimlerinin içinde kaybolmak…
Neden bunları yazmak istedim…
Dünyanın tüm canlıları olmadığında dünya da olmaz… O nedenle bu dünyayı insanlar olarak, tüm canlılarla paylaşmayı öğrenmek zorundayız. Onları korumak daha da önemlisi, kendi hayatımızı önemsediğimiz kadar, onların hayatlarını da önemsemek zorundayız…
Bir kedinin miyavlaması, bir köpeğin havlaması, ya da bir kuş sesi… Hayatın anlamını anlamak için yetebilir…
Bir önceki yazı DÖNÜŞÜM POTANSİYELİ…
Leave A Reply