‘Sınırları ortadan kaldırmak…’
Çalınamayan Paganini bestelerinden biri gibi, güzel ama olanaksız…
Bilinç oluşmaya başladığı andan itibaren inşa edilen sınırlar, bazen gerçek bir koruyucu, bazen de bir hapishaneye dönüşebilmekte.
Koruyucu olduğu sürece insanı ileriye taşıyan sınırlar, bir tutsaklığa dönüşmeye başladığında ise, insanı yok eden bir mekanizma olur.
O nedenle hem insanın kendisi, hem de kendi dışındaki dünyaya karşı koyduğu ‘sınır’lar, onun yaşam kalitesini belirliyor.
Kendi kendimize koyduğumuz sınırlar, ‘bizim sınırlarımız’…
Ancak dış dünya ile olan sınırlarımız… Soru yumaklarını içinde barındırıyor.
Yoğun ilişkiler içinde olan insanlar, dönem dönem şu soruyu kendilerine soruyordur: ‘Benim sınırlarım nerede başlar, nerede biter?’
Bu soru aynı zamanda içinde bir başka soruyu da barındırır.
‘Çevremdeki insanların sınırları nerede başlar ve nerede biter?’
Bu iç içe geçmiş ikili yapıyı tanımlayan kavram dualitedir.
İkili ilişkilerdeki dualite; ‘yin yang’ gibidir.
Birbirini tamamlayan, birbirini var eden ve birbirini geliştiren bir aradalık.
Evet… İnsan kendi sınırlarını belirlerken, etrafında olanlarında sınırlarını göz önünde tutması yetmez, aynı zamanda etkileşim için o sınırları da ‘kabul etmesi’ gerekir.
Kabul etmek…
Çok basit ve su içer gibi söylenen bu iki sözcüğün oluşturduğu cümlenin, ne kadar ağır karşılığı olduğu, bugünün insan ilişkilerinde yaşanarak görülüyor.
Zira insanın alışkanlıklarını zorlayan başkalarının alışkanlıkları, kabul etmeyi ‘azap’ haline getiriyor.
Azaplar içinde yaşamak istemeyenlerin yapacağı ise; sınırları şeffaflaştırmak, geçirgenliği sağlamaktır.
Evet, sınırlar ortadan kalkmasa da geçirgenlik sağlanabilir…
Bir Niccola Paganini çalınamaz belki ama buradan iyi icra edilmiş Rimsky Korsakof çıkar…
Ve müzik her sınırı geçer…
Bir önceki yazı Doğduğumuz Gün…
Leave A Reply