20. yy sanatını derinden etkilemiş olan Wassily Kandinsky, Moskova’yı uzak bir yerden gördüğü noktada durur ve “Moskova… Ne kadar dişi bir kent” der.
Belki de Moskova’yı en iyi anlatabilecek cümlelerden biridir bu.
Kentler anlatılırken, oradaki sosyal yaşam, insanların durumu, vs. hepsi anlatılır. Ancak laf dönüp dolaşıp kentin yapılarına gelir. Mimari üslubu, boyutları, tarihsel önemi… Bu tür yapılara sahip kentler de, tarih sahnesinde çoğunlukla onlarla anılırlar.
Tarihte çoğu yapı, ait olduğu kentlerin yazgılarını değiştirmiştir.
Mısır’da Keops, Antik Roma’da Pantheon, İstanbul’da Ayasofya gibi…
Günümüz kentlerinin yazgılarını ise, çoğunlukla büyük sanayi tesisleri değiştiriyor.
20. yy’ın en önemli değişimini yaşayan kentlere örnek, Amerika’daki Detroit kentidir. Ford’un otomobil fabrikasını buraya kurmasıyla kent, bir yüzyıl boyunca altın dönem yaşamıştı.
Bu ve benzeri tesisler ait oldukları kentlerin simgesi haline gelmiştir.
Bugünün dünyasında, “çevreci düşünceler” in gelişmesi, bu tür yapıların “çevreci” bir farkındalık ile inşa edilmesi, “gelecek bilinci” adına umut verici.
Dünya bir taraftan küçülürken, diğer taraftan büyüyor.
Nüfus, matematiksel artıştan geometrik artışa geçmiş durumda.
Bu nedenledir ki bugüne dair gelecekte yazılacak olanlar, bugünün kaderi üzerinde etki etmiş yatırımlar üzerinden olacaktır.
Ve artık kentlerin merkezleri değil, kentlerin çevresinde kurulan sanayi yatırımları, ait oldukları kentlerin simgeleridir.
Kimin olduğu önemli değildir bu yapıların, önemli olan kattıkları katma değerdir.
Eskinin kentlerinin simgeleri olmuş yapıları yaptıranlar, isimlerinin sonsuza kadar anılmasını istemişlerdir.
Bugünün yatırımlarının niyeti ise; değer üretmek ve onun hazzıdır.
Bunu en iyi Freud’un sözü anlatıyor;
Sağlıklı bir ruha sahip olmanın yolu, üretmek ve sevmekten geçer…
Bir önceki yazı Beyazın İçinde Olmak…
Leave A Reply