Siyasette, diplomaside, ekonomide, artık her şey “pazarlık”larla yürüyor.
Ticaret dediğimizde ise pazarlık; “ticaretin nirvanası”dır.
Bazen insan “pazarlık yapmak için mi ticaret yapar?” sorusunu sorduran pazarlıklara herkes tanıklık etmiştir.
Eskiden bazı ülkeler bu konuda çok katıydı. Haksız rekabete neden olduğunu düşünerek pazarlığı yasaklamışlardı.
Bugün ise, en çok bu ülkelerin insanları pazarlık eder oldu.
Eskiden “doğu”ya aitmiş gibi görünen “pazarlık”, bugün dünyanın en ücra köşelerinde bile yapılıyor.
Bugün dünya iletişim ile küçüldüyse, bunun altında “pazarlık”lar önemli yer tutar.
Alışveriş arttıkça, pazarlıklar arttı. Pazarlıklar arttıkça, insanlar birbirine yaklaştı. İletişim kolaylaştı.
“Pazarlık”, hayatımızı giderek daha fazla şekillendiriyor.
İlişkiler bile; “pazarlık konusu” edilebiliyor.
Bu durum bugünün bir gerçeği olarak hayatımızı örtmüş vaziyette…
Bütün “pazarlık”ları anlamak mümkün.
Ancak bir pazarlık var ki, insanı içten içe bitirebilecek olan;
“kendi ile pazarlık”…
Bunu anlamak çok kolay değil.
“Kendi ile pazarlık” dipsiz kuyunun kenarlarında dolaşmaktır.
Bir şeyi yapmak için, kendinden ödünler talep etmek…
Bir “ben” daha kurgulamak ve onunla pazarlık etmek…
Kendini aldatmanın, “gerekçeler üretme”nin en kestirme yoludur bu.
İki tarafın olduğu pazarlıkların kaybedeni pek yoktur.
İnsanın kendi ile pazarlığında sadece kendisi var ve hep kaybeden kendisi olur.
Özgüven kırılmaları, ertelenen düşler ve sonuçta “hiç bir şey yapmamak…”
Pazarlıkta ayıp yoktur.
Bu nedenledir ki, her şey için pazarlık yapılabilir.
En nihayetinde pazarlığın içinde uzlaşı vardır.
Ama insanın kendi ile yaptığı pazarlıkta uzlaşı yoktur.
Yeni kuşakların sıklıkla başvurduğu bu anlayış; “kendinden ödünler koparmayı” bir yaşam felsefesi haline getiriyor.
İnsanın kendisi ile yaptığı pazarlık; kendi duvarlarından tuğla sökmektir.
Bir binadan tuğlalar sökülmeye başlandıysa, bina yıkılıyor demektir…
Bir önceki yazı Şirket Yönetimlerinde “Beş” Boyut…
Leave A Reply