Bir bakkal dükkanını sabah ezanıyla açıyor,
Bir manav tezgahtaki elmaları parlatıyor,
Bir kasap buzdolabının camını siliyor,
Bir servis şoförü öğrencileri okula götürüyor,
Bir marangoz çırağıyla gazete serili tezgahta kahvaltı yapıyor,
Bir demirci kapı kaynaklarını taşlıyor,
Bir öğretmen öğrencilerine ders anlatıyor.
Atölyeler, fabrikalar, resmi kurumlar, üniversiteler…
Kısaca…
Evet, kısaca üretilen, çalışılan her yerdeki insanlar…
Hayata bir küçük katkı sağlıyorsa; bilinmeli ki orada işine saygı, işine sevgi var demektir.
Kim ki işini sadece iş olarak yapıyorsa,
Kim ki ömrünü işine karşı heyecansız geçiriyorsa,
Kim ki işine giderken, ayakları geri geri gidiyorsa,
Kim ki kısaca işini sevmiyorsa, bilinmeli ki orada başarısız bir iş hayatı, mutsuz bir insan vardır.
Bu nedenle, ister çalışan olsun ister patron, işini seviyorsa; aşamayacağı engel, ulaşamayacağı hedef yoktur…
Kurumlar şirketler büyüdükçe, devasa organizasyonlardan, hacimli üretimlerden, büyük bütçelerden söz edilirken, “işe olan sevgi”, çoğu konuşmanın “özne” si olmaz…
Rakamların dili, mekanikleşen söylemlerin içinde, duygular giderek kaybolmaya başlar…
En tehlikelisi budur.
İnsan duygulardan arındığında, duygularından uzaklaştığında ışıklar sönmeye başladı demektir.
Zira sistem mekanikleştiğinde, şirket yönetimleri “soyut” olmaya başlar.
Çalışanlar için, yönetimine dokunma hissi ortadan kalkmaya başladığında ise, çalışılan kurumla duygusal bağ zayıflamaya, aidiyet duygusu ortadan kalkmaya başlar.
Aidiyet duygusu, sevmenin belki de gizli öznesidir.
Bu nedenle herkes işini sevmeli, yönetimleri oluşturan bireyler ise “daha çok sevmeli”…
Hayat nasıl ki sevmekle başlarsa, başarılı iş yaşamları da “sevmek” le yaşar…
Bir önceki yazı Üretmek İçin Yürümek…
Comment
Sevgili kardeşim,
İnsanların girişimci ruhlarını, girişim serüvenlerini bu sürelerde yaşadıkları duygularını ve çıkış yolları ancak bu kadar anlatılabilirdi.
Yazın için seni kutlarım.
A.Dündar Ulugkay