Toprak toza dönüşüp yeryüzünü kaplar.
Ağaçlar, ormanlar, ovalar, dağlar, kentler ve tüm canlılar bu tozdan payını alır.
Ortalık sanki “sis olmayan bir sis” ile kaplanır…
İç daraltan bir sıkıntı. Bir bekleyiş.
Sonra bir gün;
Güz yağmurları başlar…
Tüm doğayı ve kentleri sarar. Büyük bir temizliktir bu.
Canlılar ve nesneler kendine gelmeye, gerçek renklerini ve kokularını dışa vurmaya başlarlar.
Sis olmayan sisin yerini berrak bir atmosfer kaplar.
Hayat sanki yeniden nefes alıp vermeye başlamıştır.
Güz yağmurları; tüm tortuları, yapışmış ve emanet olanları alıp ait olduğu yere götürür.
Birikmiş olan ne varsa akıp gider.
Doğa ve nesneler, tüm zamanlar içinde en yalnız zamanlarını yaşarlar.
Onun için güz yağmurları, hüzün yağmurlarıdır…
Her “hüzün” hüzünlü müdür?
Arkasından bir “arınma” varsa değildir herhalde.
İnsan da “biriktirme” konusunda muhteşemdir.
Küçük yaştan itibaren zihin bu yönde eğitilir. Gelecek adına önemli bir eğitimdir bu.
Ancak çoğu zihin bunu abartıp, her şeyi biriktirmeyi bir yaşam biçimi haline getirir.
En tehlikelisi de yarın lazım olur diye bellekte sakladıklarımızdır.
İşte bu durumlarda bellek bir “pranga” olur.
Hem de sürüyerek götüremeyeceğimiz büyüklükte bir pranga…
İş yaşamının da gelişimini engelleyen en büyük problemdir bu tür zihinler.
“Yarın bir gün önüne koyarım” diyerek, insanlar “iş yaşamının” anlık durumlarını ömür boyu zihinlerinde saklarlar.
Gereksiz ve tüm enerjiyi alan bir çabadır bu çünkü her problem gününün yöntemleri ve ruhuyla çözülmelidir.
“Bellek çok önemlidir”, ancak onu gereksiz olanlarla doldurmamak daha önemlidir.
İnsanın da bedeni ve ruhu yağmurlara açık olmalı.
Açık olmalı ki, tüm tortular, birikmiş olanlar akıp temizlenebilsin.
Bu iş için de en iyi zaman, “güz yağmurları” zamanıdır…
Bir önceki yazı Sahne Tozu Yutmak…
Leave A Reply