Uçak, kalkış için pistin başına gelip, motorlara yüklenmeye başladığında,
çoğu kişi, gözlerini kapatıp, “zaman yolculuğu”na çıkar.
Şu anda gidilmekte olan yere, daha önce yapılmış yolculuklar, göz önünden geçer.
Benzer duyguları her kalkışta ben de yaşarım.
Yine bir yurtdışı seyahati, yine bir “zamanda yolculuk”.
Fuar izlemeleri için tek başına ilk yurtdışına çıkışlar, ilk heyecanlar…
Yıllar önce, “Kim ne yapmış, bakalım” duygusu –itiraf edelim biraz ezik- ile gidişler.
Yıllar sonra, bugün ise; “Bakın, biz neler yapıyoruz”un gururu ve on dört kişilik bir ekip ile gitmek.
Başka bir keyif, başka bir heyecan.
Sonra… Bu ekipler nasıl oluşuyor, nasıl oluştu diye düşünmek.
Çoğu kişi; en başarılı insanları bir araya getirdiğinizde, başarının kendiliğinden geleceğini düşünür.
Takım sporları tarihi, benzer hikayelerle doludur.
Bakarsınız… İsmi öne çıkmış sporcuları, transfer eder, bir araya getirirsiniz…
Sonuç… Hep hüsrandır.
Takım olmak, ekip olmak, başka bir şeydir.
John Wooden’ın; “Benim takımımın yıldızı, benim takımımdır”, cümlesi, aslında “takım” dediğimiz olgunun, nasıl oluşması gerektiğini bize anlatıyor.
Takım olmanın birinci koşulu; “aynı özellikleri taşıyan değil, farklı özellikleri olan, bir araya geldiğinde, kendisi ‘sistem’e dönüşebilecek” insan topluluğu olabilmektir.
‘sistem’ olabilmenin olmazsa olmazı ise, çok insani bir özellik gerektiriyor;
“biz” olabilmek…
Evet… çok basit, ama çok da zor.
İnsanın oluşturduğu farklı uygarlıklar, binlerce kuşu bir araya getirip, tek bir “kuş” “mit”i üzerine birçok hikaye üretmiştir.
Bu kuşların bazısı, bir araya geldikten sonra “ben” demiş, bazıları ise
-“Simurg”da olduğu gibi- “biz” demişlerdir.
Bu kuşların tarihi insanlığın iki karşıt düşüncesinin tarihidir.
Uçak tekerlekleri piste dokunduğunda, gözlerinizin önünde “ekip” varsa,
“gelecek” güzel gelecektir…
Bir önceki yazı Kaybetmek / Kazanmak…
Leave A Reply