Yaşlarımızla mı var oluruz, yoksa yaşımızı biz mi inşa ederiz?
“Nasıl bir soru bu?” diyenlerin sesi gökyüzünde yankılanıyor.
Nasıl yankılanmasın ki? Kimse “yaşsız bir ben” düşünmez.
Doğduğumuz andan itibaren “yaş”ımız boynumuza bir saat gibi asılır.
Onun duyulmayan tik takları, hayatımızın kendisi oluyor.
Tüm hayatımızı şekillendiren “yaş olgusu”, çoğunlukla insanın önüne konulan “büyük bir engel”dir.
Toplum, insanı yaşı üzerinden kodlar.
Şu yaşta şunlar yapılır, şu yaşta bunlar yapılmaz diye…
Bu kodlamaların dışına çıktığı andan itibaren “anlamlı bir hayat” herkesin önünde duruyor. Ve üstelik insan, buna uyumlu davranabildiği oranda çok daha verimli olabiliyor.
Yaşla kodlamalar; şirketlerde, özellikle de aile şirketlerinde çoğu zaman bir “kabus”tur.
“Aile” kendisini, doğası gereği, “yaş” üzerinden yapılandırır. Şirketleşen her aile de, bu anlayışı devam ettirir. Küçük büyüğü hiç geçemez, büyükler hiç genç olamaz…
Belli bir yaşa kadar; “deneyimsizlik”,
Belli bir yaştan sonra ise; “geçmişte kalmak” yaftaları, boyunlarda asılıdır.
Oysa yaş kodlaması ortadan kaldırılabilse, “aile şirketleri” belki de en iyi yönetim biçimlerinden biri olabilir.
Bunu anlayabilmek için; şirketlerde yeni yatırımlar, değişimler dönemine objektif bakılabilmek ve gerçeğin “kod”ların ötesinde olduğunu görebilmek gerekir.
Yaşlı sıfatıyla tanımlananların, “bir genç gibi”, genç diye tanımlananların da ileri yaşın deneyimliliğinde bir “sakin”lik içinde birbirlerini dengeledikleri görülebilir.
Bu karşılıklılık; “birlikte başarma” duygusunun, bir şirketin yaşam felsefesi haline gelmesi bakımından olmazsa olmazlarındandır.
“Kodlanmış yaş” bir eşiktir. O bir kere geçildiğinde, şirketlerdeki birçok sorun kendiliğinden aşılabilir.
Yeter ki el alemin sesleri, şirket duvarlarına çarpıp geri dönsün.
Ve yeter ki her insan “benim yaşım; sadece yaşadıklarımdır” diyebilsin…
Bir önceki yazı “Ego” yu yönetmek…
Comment
“Benim yaşım yaşadıklarımdır.”:)))))))))))