Fuarlar her zaman heyecan vericidir. Hem kendinizin, hem de rakiplerinizin bir sınavdan geçtiği platformlardır bu alanlar.
Kendinizi bir önceki fuardan sonra ne kadar geliştirdiğiniz, gelecek üzerine neler planladığınız, sektör hakkındaki öngörülerinizin neler olduğu… Bunların hepsini bu kısa sürede bir anlamda test edersiniz…
Değerlendirmeler, bir anlamda size ışık tutar, planlamalarınızı revize etme olanağı tanır.
Fuarların diğer taraftan belki de en keyifli tarafı, fuar alanının bir tür “Birleşmiş Milletler” binasının fuayesi gibi bir özelliğe sahip olmasıdır. Parçalanmış, gerilmiş dünyanın, belki de önkoşulsuz bir araya geldiği ender alanlardır buralar. Fuara gelen dünya vatandaşlarının büyük çoğunluğu birbirlerinin dilini bilmeden anlaşırlar. Çoğunlukla bu anlaşmayı, ortak konuşma dili ile açıklamaya meyillidir insanlar. Oysa buradaki anlaşmayı sağlayan yazılı olmayan bir dil olan “ticaretin dili”dir. “Ticaret”; dünyayı küçülten ve insanların birbirlerine yaklaşmasını sağlayan özellikleriyle, “gelecek inşasının” temelini oluşturur.
“Ticaret” karşılıklı ilişkinin belki de en saf halidir. Mal alırsınız, para verirsiniz ya da para verirsiniz mal alırsınız… Üstelik bunu bir uzlaşma üzerinden yaparsınız.
Tüm bu süreç içinde de, aslında dünyayı keşfeder ve yine siz de “dünya vatandaşı” olursunuz. Başka kültürler size, sizin kültürünüz de başkalarına akar.
Bugün dünya küçüldüyse, teknolojinin, iletişim araçlarının, ulaşımın gelişmesi ile değil, ticaretin gelişmesi ile olmuştur.
Dünya, bilinçaltında tek taraflı bir alışın olduğu zamanlardan sonra, alış-veriş’li zamanları yaşıyor.
İngiliz Yazar Joseph Conrad’ın 1902 yılında yazdığı “Issızlığın Yüreği” adlı romanı, bu konuda iyi bir örnektir. Romanın kahramanı Charles Marlow’un haritalara olan tutkusu ve keşfe olan büyük hayranlığı çok farklı biçimlerde -sömürgecilikten, modern edebiyatın öncülüğüne kadar- okunmuştur. Genç Marlow; “Ufak bir çocukken haritalara büyük ilgi duyardım. Saatlerce Güney Amerika’ya, Afrika’ya veya Avustralya’ya bakar, keşfetmenin büyüsüne kapılarak kendimi kaybederdim… Ama bir tanesi vardı ki, ona içim giderdi. Küçük bir çocuğun üzerinde eşsiz düşler kurabileceği beyaz bir yama. Karanlıklar diyarı…” diyerek 20.yy. başında, başka diyarlara insanın bakışını anlatır. Bu düşünce biçimi, geçmiş yüzyılın “sömürgeci” mantığını iyi anlatır.
Bu düşünce anlayışı, bazı ülkelerin bilinçaltında hala devam ediyor olabilir. Ancak, büyük çoğunluk artık böyle düşünmüyor ve düşünmek istemiyor…
Bugün dünyayı oluşturan ülkeleri ele geçirilecek “başka diyarlar” olarak değil, alış-veriş yapılacak yerler olarak görmek, gelecek adına küçük bir barış umudu olabilir…
Bir önceki yazı Göz göze…
Comment
”Bugün dünya küçüldüyse, teknolojinin, iletişim araçlarının, ulaşımın gelişmesi ile değil, ticaretin gelişmesi ile olmuştur.” cok iddali bir cumle,oncelikle tam olarak katilmadigimi belirtmek isterim.Soyleki internet tabanli teknolojilerin gelismesi sonucunda e-ticaret gelismis,yani bunlar sizin deyimizle iki insan arasindaki en saf duygu sekli olan ticaret formuna donusmus.Umarim somurgecilik (tek tarafli alis islemi) anlayisindan ticaret haline(alis-veris ) formu getirmek dunya da kalici bir baris ekosistemi olusturur.
Gokhan Satilmis