Yıllarca Hollywood filmleri ile beynimize kazınmış olan Golden Gate Bridge’den yürüyerek geçiyorum. Gangsterlerin, suçluların, polislerin birbirini kovaladığı, ateş ettiği, arabaların tersyüz edildiği köprünün üzerindeyim. Bugün bile seyretmeye doyulmayan “kült” film, “Alkadraz Kuşçusu”nun mekanı, Alkadraz Cezaevinin bulunduğu ada da ufkumun içinde.
Eminim ki dünyanın farklı coğrafyalarında milyonlarca insan, üzerinden hiç geçmemiş olsa da, bu köprü hakkında, kendi ülkesindeki birçok köprüden daha fazla zihninde imajlara sahiptir.
Bunlar zihnimde yürüyorum ve bir diğer taraftan da bugünlerde Amerika sokaklarında bir toplumsal histeriye dönüşmüş olan “iPhone 5” efsanesini düşünüyorum.
Amerika sokaklarından başlayıp, dalga dalga tüm dünya sokaklarına yayılan bu ürün ile Golden Gate Bridge arasında gidip geliyorum. İnanılmaz bir “imaj inşası”.
Bir yıldır sürekli sağda solda barda unutulan prototipler, basından birilerinin eline geçtiği iddia edilen çizimler, vs. vs… iPhone 5 etrafında oluşturulan “aura”…
Sonra verilen tarih geliyor ve günlerce öncesinden dükkanlar önünde uzun kuyruklar… “ilk dokunacaklar arasında olma” duygusu. Bu ilk defa karşılaştığımız bir şey değil tabii. Neredeyse bütün piyasaya sürülen yeni ürünlerde benzer yöntem…
Bu söylediklerimden eleştirel bir sonuç çıkarılmasın. Hayranlık verici bir durum bu aslında. Böyle yapabilmek için çok iyi bir planlamaya ve uygulamaya sahip olmak ve “ne yapmak istediğinizi bilmek” gerekiyor.
Köprünün bir ayağından diğerine geçtiğimde sisler arkasından bizim sistemlerimize bakıyorum. Biz önce bir mal üretelim, sonra “Allah kerim” diyoruz.
Bugünün dünyasında bir ürünü ürettikten sonra para kazanma devri bitti galiba. Bir ürünü üretmeden satabiliyorsanız, bu dünya da tutunabilme ihtimaliniz var.
iPhone 5’i bende merakla bekliyordum.
Görünüşü, yeni fonksiyonları, hızı, görüntü üretme kalitesi. Bunlar çok önemli. Ancak daha önemlisi böyle bir nesneyi her elimize aldığımızda, o ve onun gibi ürünlerin süreçlerinden çıkaracağımız dersler olmalı diye düşünüyorum.
Sokaklardayım ve herkes birbirine “gülümseme ile selam” veriyor. “sentetik gibi” duygusuyla hissetsem de çok güzel…
Darısı bizim sokaklarımızın başına…
Bir önceki yazı “Sonuç”la flört etmek
4 Comments
Osmanlıdan bu yana dış dünyayla ilişki içine girdiğimiz ilk günlerden bu yana dış dünyaya gidenler Sayın Söylemez’in yaptığını yapsalardı, diye düşündüm.
Gördüğünün farkında
Neler düşündüğünün farkında
Neler düşünmeye yönlendirildiğinin farkında
Neler alabileceğinin farkında
Paylaştığın için teşekkürler Değerli Mehmet Semih Söylemez
Aristo’ nun güzel bir sözü vardır: “Sözün en güzeli, söyleyenin doğru olarak söylediği, dinleyenin de yararlandığı sözdür.” demiş.
Hem yazı için hem de yorum için ne kadar da uygun geldi…
Mehmet Bey’ in söylemek istediği 2000′ li yılların reklamcılarının mottosu: “Bu yüzyılda ne sattığınız değil, nasıl sattığınız önemli”
Ancak Doğan Bey’ in söylediği şeyi, Osmanlı’ da 28 Mehmet Çelebi yapmıştır. Zaten Osmanlı’ da Batı’ yı küçük görme olayı, 28 Mehmet Çelebi’ nin Paris Seyahatnamesi’ nden sonra son bulmuş ve “biz nerde, neyi yanlış yaptık” düşüncesi Devlet Adamlarına hakim olmuştur.
Bizim sıkıntımız, hep Devlet temelli bir toplum yapılanmasına sahip oluşumuzdan. Zira Devlet kendisinden başka hiçbir gücün (örgütlü/örgütsüz) oluşmasına izin vermemiştir.
Toprak miras bırakmanın mümkün olmadığı, toprak harici taşınmaz mallar ile (altın para vb) taşınır malların bile ancak vakıflar aracılığı ile miras bırakıldığı bir sistemde, sermaye birikiminin olmaması doğal. Azledilen vezirlerin, paşaların tüm mallarının da müsadere edildiğini unutmayalım.
Dolayısı ile başarı için tek adres Devlet kapısı. Devlette de üretime yönelik bir hareket yok, Devletin temel karakteri askeri. Fütuhat Devirlerinin de bitmesi ile çöküş kaçınılmaz olarak karşımıza çıkmış.
Entellektüel Birikim, öyle 10 senede 20 senede ortaya çıkmıyor. İtalya’ daki Medici Ailesi gibi bilim insanlarını destekleyen oluşumlar bizde hiç olmamış. Sadece bazı Sultanların şahsi gayretleri var.
Ancak Cumhuriyetten sonra oyunu kuralına göre oynamaya başladık. Ama yine de gidecek çok yolumuz var…
o kadar güzel bir noktaya dikkat çekmişsiniz ki yürekten tebrik ediyorum… evet kesinlikle bizler once ürünü çıkartıyoruz ‘tutarsa devam, tutmazsa Allah Kerim ‘ bir reklamci olarak firmalara anlatmak istediğim hep bu oldu, yani sizin bir cümle ile ozetlediginiz… dogru olan once ses getirmek…ama doğru yer doğru nokta ve doğru zamanda ! biz once hayal kurmalıyız sonra o hayali paylaşmalı ve merak uyandirmaliyiz sonra ürüne yönelmeliyiz… fakat tam tersini yapıyoruz once ürün ve ürünü anlatan reklam fakat hani merak, hani beklenti hani hayal??? ayrica Amerika’da ki izlenimleriniz ve algınızı bizimle paylaşmanız ne yazık ki yaşadığımız toplumumuzun bir açık yönünü daha ortaya koydu… sevgili mehmet bey paylaşımlarınızı sürekli takip ediyorum, itiraf etmeliyim ki herkesin hayatına yon veren biri vardır benim İcin sizde oylesiniz…size saygı ve sevgi ile seslenen bir arkadasınız olarak keyifle takip ettigim yazılarınızın günden güne artması dileği ile sevgiler.