İnsan 16-17 yaşında, babasının kurduğu işte, iş hayatı ile tanıştığında, önünde örnek alabileceği tek insan doğaldır ki babası oluyor. Babam Ahmet Söylemez bir tarafta Fizik mühendisliğinin getirdiği “analitik zihni”, diğer tarafta ise Anadolu insanının çelebi tavrının onda hayat bulmuş olması, onu bir okul olma boyutuna taşımıştı. Hayatın göreliliği, 1+1’in her zaman 2 etmediği gibi, bilimin üzerinde kafa yorduğu bilgilerin yanı sıra, hayat üzerine; çalışmak ile kendine vakit ayırmak arasında bir denge kurulmasının, “mutlu bir insan” olabilmek için ne kadar değerli olduğunu da babamın anlatılarından öğrenmiştim.
Ondan öğrendiğim ve çok önemsediğim konulardan biri de; -ki bu günümüzün en büyük sorunlarından biridir- şirketlerin sağlıklı bir gelişim eğrisine sahip olması gerektiği konusudur. Birçok firma da gözlemlediğimiz şey; eğrinin yatay seyrettiği, bir başka deyişle yerinde saydığıdır. Gerçekte, yerinde saymak küçülmektir. Bu sanılanın aksine finansman ya da benzeri şeylerden çok, şirketi yönetenlerin zihinlerini sürekli geliştirmeleriyle gerçekleşebilir olduğu fikridir. Çoğu kişi bunları söyler, ama kendisi “dönen dünyanın duran noktası”dır. Babam, kendi zihinsel gelişimini sürekli diri tuttuğu için, ona bakan bizlerde, doğaldır ki olumlu anlamda etkilenmişizdir.
Kısacası onun davranışları bir okuldur. Öğrendiğim en önemli öğreti de budur aslında. Davranışlar ile zihin paralel olmalıdır…
Öğrenmeyi sevmek… Habitatınızdaki insan profili, sizin nasıl bir insan olduğunuzu belirliyor. Babamın sürekli araştırıcı tarafı, doğaldır ki, onun etrafında olan insanlara da sirayet etmişti. Bugün, her an yeni bilgilerin aktığı bir dünyada, yeniye yabancı olmamanın, başarılı olabilmenin en önemli tarafını “öğrenme isteği” ve “yeni karşısında ön yargısız” olabilmekten geçtiği inancı, genlerimize işlediyse, bir model olarak babamın bunda etkisi büyüktür. Bütün bunların üzerinde de “duygu” ve “insan olma” vasıflarını hiç kaybetmeme… Belki de bizim şirketimizin başarısının altında bu yatar. Zira teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, “insan” bu işin ana öznesi, o nedenle “duygu” –garip gelse de- bu işin çok önemli bir kısmını oluşturuyor. “Duygusal olmadan, duyguyu kaybetmemek”… Bu önemli bir öğretidir, babamdan aktarılan.
Bugün “birlikte başarmak” diye bir bilinçten söz edebiliyorsak, bunun arkasında baba oğul ilişkisinin sağlıklı bir düzlemde olması vardır. Sizin doğru ilişkiniz, tüm çalışanlarınıza da yansır. “Birlikte Başarmak” kitabımın ana fikirlerinden biri “çift kanatlı olmak”tır. Bu da o sağlıklı düzlemlerde, birlikte uçabilme isteğiyle olabiliyor. Aile şirketlerinin kuşaktan kuşağa uzun soluklu yaşayabilmesinin altındaki irade, kuşakların birbirlerine eşit oranda saygı göstermesi, büyüklerin ise daha toleranslı olabilmesi ile gerçekleşiyor. Bizim dinamizmimizi bu oluşturuyor.
Şu bir gerçektir ki; baba oğul ilişkisi, -hele bir de birlikte çalışılıyorsa- 30-35 yaşlarına kadar, inişli çıkışlı bir seyir izler. O yaşlar geçildikten sonra baba/ oğul hiyerarşisi kırılıyor ve insanlar birbirini daha iyi anlıyor, anlamak için çaba sarf ediliyor… Burası bir eşik aslında. O eşiğin aşılması, şirketlerin önünü de açıyor… Bugün her gün babamla sohbet / istişare etmesem, bir eksiklik hissederim.
Babam ve kardeşim ile birlikte belki de en büyük özelliğimiz, aslında farklı düşüncelere ve farklı zihinlere sahip olmamız. Biz bunun bizim en büyük zenginliğimiz olduğunun farkındayız. Gelişmenin dinamiği de bu sanırım. Bunun farkındalığı ile birbirinin düşüncesine saygı göstermek, tartışmaları, tartışmada bırakabilmek, “birlikte başarma” düşüncesinin arkasındaki temel davranış biçimimiz. Bunun itici gücünü de “saygı” oluşturuyor…
Ben 33 yaşında iken, babama sarılıp, “seni seviyorum baba” demiştim. Bu aslında, babalarla gerçek anlamda sağlıklı diyalog kurabilmenin, onları anlamanın ve onlarında evlatlarını anlamalarının miladı sayılabilir…
Bir önceki yazı YAPA/BİLEN İNSAN…
Leave A Reply